İsmail Halis
Köşe Yazarı
İsmail Halis
 

UYURGEZER

Her gün zili çalıp kırk karış suratla, umarsızca girdiği süslü kapısının önündeydi. Bu kez duruyordu. Kapının tüm detaylarına dikkatlice bakıyordu. Hatta çelik kapının soğuk ve güçlü metaline dokunuyordu. Sanki gerçekten ilk kez evinin önündeydi. Geçirdiği kalp spazmının ardından destek aldığı Danışmanın tek tek sorduğu ve cevabını dinlediği sorular gerçekten de sarsıcı gelmişti: - Hiçbir şeye sahip olmasaydın ve hayatını olduğu haliyle sana bugün hediye etseydim ne hissederdin? Buzdolabında açıp kapayıp farkına varmadığın neler iştahını açardı? Gardrobunda neleri kendine yakıştırır keyifle giyerdin? Nelere öfkelenmezdin? Kimler umurunda olmazdı?... Kanıksanmış, sıkıcı, sızlanılan bir hayat. Tüm anlamsızlaşmış şeylere can vermeye ihtiyacı vardı. Ne ara bu kadar uyuşmuştu. Bu kadar gerilmişti. "UYURGEZER" dedi içinden. "Adeta Uyurgezer gibi yaşıyor muşum. Ne yediğimin, ne giydiğimin, ne hissettiğimin farkında olmadan sadece rayda gelip giden bir robot gibi." Danışman yine sormuştu: - En son ne zaman gerçekten güldün? Cevap vermekte zorlanmıştı. Bir buçuk yıl olmuştu. Güldüğü şeyi hatırlayıp yine gülümsedi. Danışmanı seansın ortasında ona bir suluboya gösterdi. Bildiğiniz suluboya. -Buradaki renkler hayatındaki sorumluluklar olsaydı ve kullanmaya başlasaydın yaptığın resim bittiğinde suluboya ne halde olurdu? demişti. Fark etti ki hayatındaki her şey birbirine girmişti. Yemek yerken işleri, işteyken çocuğunun sorunlarını, çocuğuyla konuşurken takımının son maçını, maç izlerken işteki rakiplerini düşünüyordu. Neyi yapıyorsa o şeyi gerçekten tüm benliğiyle yapmalıydı. Banyo yapıyorsa gerçekten banyo yapmalıydı, suyu, sabunun kokusunu hissederek. Çocuğuyla gerçekten sohbet etmeliydi. Her mimiğine, nefesine ses tonuna dikkat ederek. Radyodaki şarkıyı gerçekten dinlemeliydi. Arkadaşlarının hatırını gerçekten sormalıydı. Çalışırken tüm beyniyle işte olmalıydı. Karısına iltifat edip mutluluğunu görmeliydi. Ağlayabilmeliydi, hata yapabilmeliydi, kendiyle dalga geçebilmeliydi. Gü le bil me liy di… "Ne ara ben bu kadar uyuştum? Kaba, korkak, duygusuz, kibirli bir adam oldum?" Kariyerinde ilerlerken gördüğü itibar uyuşturucu gibi keyif vermişti. Herkes başardığında mutlu oluyor onu mutlu etmeye uğraşıyordu. Zamanla bunu kaybetmekten korkmaya başlamıştı. Yine seansta fark etmişti ki artık hayatı kendi gözleriyle izlemiyordu. Başkalarının fikirleriyle kendini izlemeye yönelmişti. Bir refleksle gözlerini ovuşturdu. Adeta perdeleri yırtmak ister gibiydi. Ellerini çektiğinde heyecanla hayatı izleyen, merak eden, keşfeden kimliği o deliklerden dünyaya bakacak diye ummuştu. Gözlerini açtığında kocaman bir ev ve kocaman bir yalnızlık gördü. İnsan zaten kaybetmekten korktukça kendinden uzaklaşıyordu. Taviz veriyordu. Yalnızlaşıyordu.   Herkesin beğenisi, itibari için koşturan bir adam... Şu anda kendiyleyken hiç alkış sesi yoktu. Anjio masasında yatarken de. Karısını ve çocuklarını özlediğini fark etti. Oysa kafa dinlemek için memlekete kendisi göndermişti. Biraz da çocuk olabilmeye ihtiyacı vardı. Bir heyecanla annesini aradı. Ayağa kalktığını fark etti. Annesinin sesini sanki ilk kez duyuyordu. Karısının çocuklarının sırayla sesleri... Göçmen kuşları beslerken, güvercinlerimi aç bırakmışım diye geçirdi içinden. Uzun suredir ilk kez kendisi gibi hissediyordu. Felçli birinin parmaklarını oynatması gibi. Ya da çatlamış topraklara suyun ulaşması gibi. Gripten sonra koku almak, sessiz bir mağarada aylarca kalıp bir şarkıyı duymak gibi. Şairin; ‘Yaşamak şakaya gelmez ciddi bir iştir.’ dizesi dökülüverdi dilinden. Mırıldanmaya gerek yoktu. Daha yüksek sesle söyledi. Artık hiçbir şey iki saat öncesi gibi olmayacaktı. Biliyordu ki her şey iyiye gidecekti. Mutluluğun paradan çok hayatın hakkını vermekle ilgisi vardı. Çabalarımız bizi mutlu etmiyorsa başka neye yarar ki? Bursa’ya giderken yolda kaleme aldığım bu yazıyı ruhlarımıza ve bilincimize armağan ediyorum. Fark etmemiz ve hayatın hakkını vermemiz dileklerimle.  
Ekleme Tarihi: 20 Mayıs 2019 - Pazartesi
İsmail Halis

UYURGEZER

Her gün zili çalıp kırk karış suratla, umarsızca girdiği süslü kapısının önündeydi. Bu kez duruyordu. Kapının tüm detaylarına dikkatlice bakıyordu. Hatta çelik kapının soğuk ve güçlü metaline dokunuyordu. Sanki gerçekten ilk kez evinin önündeydi. Geçirdiği kalp spazmının ardından destek aldığı Danışmanın tek tek sorduğu ve cevabını dinlediği sorular gerçekten de sarsıcı gelmişti:

- Hiçbir şeye sahip olmasaydın ve hayatını olduğu haliyle sana bugün hediye etseydim ne hissederdin? Buzdolabında açıp kapayıp farkına varmadığın neler iştahını açardı? Gardrobunda neleri kendine yakıştırır keyifle giyerdin? Nelere öfkelenmezdin? Kimler umurunda olmazdı?...
Kanıksanmış, sıkıcı, sızlanılan bir hayat.

Tüm anlamsızlaşmış şeylere can vermeye ihtiyacı vardı. Ne ara bu kadar uyuşmuştu. Bu kadar gerilmişti.

"UYURGEZER" dedi içinden. "Adeta Uyurgezer gibi yaşıyor muşum.
Ne yediğimin, ne giydiğimin, ne hissettiğimin farkında olmadan sadece rayda gelip giden bir robot gibi."

Danışman yine sormuştu:

- En son ne zaman gerçekten güldün? Cevap vermekte zorlanmıştı. Bir buçuk yıl olmuştu. Güldüğü şeyi hatırlayıp yine gülümsedi.

Danışmanı seansın ortasında ona bir suluboya gösterdi. Bildiğiniz suluboya.

-Buradaki renkler hayatındaki sorumluluklar olsaydı ve kullanmaya başlasaydın yaptığın resim bittiğinde suluboya ne halde olurdu? demişti.

Fark etti ki hayatındaki her şey birbirine girmişti. Yemek yerken işleri, işteyken çocuğunun sorunlarını, çocuğuyla konuşurken takımının son maçını, maç izlerken işteki rakiplerini düşünüyordu. Neyi yapıyorsa o şeyi gerçekten tüm benliğiyle yapmalıydı. Banyo yapıyorsa gerçekten banyo yapmalıydı, suyu, sabunun kokusunu hissederek. Çocuğuyla gerçekten sohbet etmeliydi. Her mimiğine, nefesine ses tonuna dikkat ederek. Radyodaki şarkıyı gerçekten dinlemeliydi. Arkadaşlarının hatırını gerçekten sormalıydı. Çalışırken tüm beyniyle işte olmalıydı. Karısına iltifat edip mutluluğunu görmeliydi. Ağlayabilmeliydi, hata yapabilmeliydi, kendiyle dalga geçebilmeliydi. Gü le bil me liy di…

"Ne ara ben bu kadar uyuştum? Kaba, korkak, duygusuz, kibirli bir adam oldum?"

Kariyerinde ilerlerken gördüğü itibar uyuşturucu gibi keyif vermişti. Herkes başardığında mutlu oluyor onu mutlu etmeye uğraşıyordu. Zamanla bunu kaybetmekten korkmaya başlamıştı. Yine seansta fark etmişti ki artık hayatı kendi gözleriyle izlemiyordu. Başkalarının fikirleriyle kendini izlemeye yönelmişti. Bir refleksle gözlerini ovuşturdu. Adeta perdeleri yırtmak ister gibiydi. Ellerini çektiğinde heyecanla hayatı izleyen, merak eden, keşfeden kimliği o deliklerden dünyaya bakacak diye ummuştu. Gözlerini açtığında kocaman bir ev ve kocaman bir yalnızlık gördü.
İnsan zaten kaybetmekten korktukça kendinden uzaklaşıyordu. Taviz veriyordu. Yalnızlaşıyordu.   Herkesin beğenisi, itibari için koşturan bir adam... Şu anda kendiyleyken hiç alkış sesi yoktu. Anjio masasında yatarken de.

Karısını ve çocuklarını özlediğini fark etti. Oysa kafa dinlemek için memlekete kendisi göndermişti. Biraz da çocuk olabilmeye ihtiyacı vardı. Bir heyecanla annesini aradı. Ayağa kalktığını fark etti.
Annesinin sesini sanki ilk kez duyuyordu. Karısının çocuklarının sırayla sesleri...
Göçmen kuşları beslerken, güvercinlerimi aç bırakmışım diye geçirdi içinden. Uzun suredir ilk kez kendisi gibi hissediyordu. Felçli birinin parmaklarını oynatması gibi. Ya da çatlamış topraklara suyun ulaşması gibi. Gripten sonra koku almak, sessiz bir mağarada aylarca kalıp bir şarkıyı duymak gibi. Şairin; ‘Yaşamak şakaya gelmez ciddi bir iştir.’ dizesi dökülüverdi dilinden.

Mırıldanmaya gerek yoktu. Daha yüksek sesle söyledi. Artık hiçbir şey iki saat öncesi gibi olmayacaktı. Biliyordu ki her şey iyiye gidecekti. Mutluluğun paradan çok hayatın hakkını vermekle ilgisi vardı. Çabalarımız bizi mutlu etmiyorsa başka neye yarar ki? Bursa’ya giderken yolda kaleme aldığım bu yazıyı ruhlarımıza ve bilincimize armağan ediyorum. Fark etmemiz ve hayatın hakkını vermemiz dileklerimle.

 
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.