İnsanlığın binlerce yıllık yolculuğuna bakıldığında, bütün özlemlerin üç kelimede saklı olduğunu görürüz: barış, özgürlük ve adalet. Tarihin her döneminde insanlar, savaşların gölgesinden çıkıp barışa ulaşmaya, zincirlerini kırıp özgürlüğe kavuşmaya ve adaletin terazisinde eşitlenmeye çalıştı.

Barış olmadan huzurdan söz edilemez. Özgürlük olmadan onurlu bir yaşam kurulamaz. Adalet olmadan ise güvenli bir gelecek hayal edilemez. Neruda’nın dizeleri, aslında her bireyin içindeki derin özlemi dillendiriyor. Çünkü bu üç değer, insan kalabilmenin ve toplum olabilmenin asıl teminatıdır.
BARIŞIN YOKLUĞUNDA UMUT DA TÜKENİYOR
Bugün dünyanın dört bir yanında yaşanan gelişmeler, bu değerlerin ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. Orta Doğu’da süren savaşların en büyük bedelini çocuklar ödüyor; barışın yokluğunda umut da tükeniyor. Kadınların ve gençlerin özgürlük mücadelesi, düşünce ve ifade hakkı üzerindeki baskılar bize özgürlüğün hiçbir toplumda kendiliğinden verilmediğini, sürekli savunulması gerektiğini hatırlatıyor. Adalet arayışı ise yalnızca mahkeme salonlarında değil, hayatın her alanında karşımıza çıkıyor; gelir dağılımındaki eşitsizlikten, çevreye verilen zararın bedelini gelecek nesillerin ödeyecek olmasına kadar.

Barış, insanların kardeşçe yan yana yaşayabilmesinin; özgürlük, düşüncenin ve yaratıcılığın kanat açmasının; adalet ise toplumların ayakta durabilmesinin temelidir. Bu üçü birlikte var olduğunda insana da topluma da gerçek anlamda “yaşam” gelir. Eksildiklerinde ise geriye güvensizlik, korku ve umutsuzluk kalır.
DEĞERLERİ SAVUNMAK BİR ZORUNLULUKTUR
Bugün bu değerleri savunmak sadece bir ideal değil, bir zorunluluktur. Çünkü barışsız, özgürlüksüz ve adaletsiz bir dünyada insanın insana, toplumun topluma güveni kalmaz. Üç canımızı korumak, yarının dünyasına bırakabileceğimiz en büyük mirastır.
***
Neruda’nın sesi bize her gün yeniden hatırlatıyor: “Üç canımız var bizim: Barış, özgürlük ve adalet…”