Mustafa ATALAY
Köşe Yazarı
Mustafa ATALAY
 

KIRK YALAN

Değerli dostlar, geçtiğimiz haftalarda “Yalan ve Kuyruğu” adlı bir yazı yazmıştım. Çevremizdeki yalancıları ve yalandan geçinenleri görünce bir kez daha “yalan” üzerine yazı yazmak gereği oluştu. “Kırk Yalan Masalı”nı bilir misiniz? İşte bugün sizlere “Kırk Yalan Masalı”ndan alıntı yaparak bir şeyler aktaracağım. Yıllar yıllar önce bir padişahın üç oğlu varmış. Bu padişah sağlığında çocuklarının büyüğüne “Sarı tüylü mavi gözlü adamla konuşma!” deyip ona bir sandık altınla bir de at vermiş. Ortanca oğluna “Sakın köse ile görüşme!” diyerek ona da bir at yuları vermiş. Küçük oğluna da “Sen de sakın cüce adamla muhabbet etme!” dedikten sonra ona da bir çift üzengi verip göndermiş. *** Aradan bir zaman geçtikten sonra padişah, eceli ile ölmüş. Padişahın üç oğlu öylece ortada kala kalmışlar. Bu üç şehzade ne yapacaklarını bilemez halde günlerini geçirirken babasının sözünü ettiği o üç adam, birkaç gün arayla çıkagelmiş. *** Bu genç ve toy şehzadeler, babalarının öğüdünü unutup bu adamları saraya, yanlarına almışlar. Şehzadeler bu üç adamın yaptığı soytarılıklardan öyle hoşlanmışlar ki bunları yere göğe koymamışlar, gece gündüz yedirip içirmişler, kendileri de hiçbir işe bakmaz olmuşlar. Hazıra dağ dayanmayacağı için bu üç adam böyle har vurup harman savurarak kısa zamanda büyük şehzadenin bir sandık altınını tüketmişler. *** Şehzadeler parasız kalınca ne yapsın? İster istemez babalarından kalan emanetleri pazarda satmaya karar vermişler. Şehzadeler farklı günlerde pazara giderken bu adamlar yine önlerine çıkıp  “Şehzadem, bunu satıp da ne yapacaksın? Onu satacağına bana kırk yalan söyle; ben de sana yirmi altın vereyim.” derlermiş. Şehzadeler de her seferinde “Ben yalan söylemeyi beceremem, bana böyle bir şey öğretmediler.” demeleri üzerine ellerindeki emanetleri de bu üç adama kaptırmışlar. Aynı oyunu küçük şehzadeye de oynamaya kalkan cüce adama küçük şehzade şöyle demiş. “Ben, nasıl yalan söylenir, bilmem. Ama bak, benim başımdan neler geçtiğini sana kısaca anlatayım.” der ve başlar anlatmaya. *** “Dün saraydan çıktım, yolda giderken bir adam çıktı karşıma ve 'Şehzadem, müjdemi isterim. Anan dünyaya geldi!' dedi. Ben de düşündüm, taşındım, hiç böyle şey olur mu diye inanmadım; ama belki doğrudur, diyerek hemen elimi koltuğuma götürdüm, bir mücevher çıktı. Onu o adama verdim, gitti. Biraz daha yürüdüm, yine bir adam çıktı karşıma. 'Oo şehzadem, müjdemi isterim!' dedi. Ben de 'Ne var?' diye sorunca 'Baban doğdu!' diye haber verdi. Yine düşündüm, inanmadım ama doğrudur, diyerek elimi öbür koltuğuma götürdüm, yine mücevher çıktı. Onu da bu adama verdim gitti. Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, sonunda bir pazara vardım. Baktım ki bir bozacı bir çuval darı almış, bana 'Al bu darı çuvalını, dükkâna götür.' dedi. Baktım, çuval ağır, götüremeyeceğim. Param da yok, bir araba tutayım, dedim; yine elimi koltuğuma götürdüm, bir horoz çıktı. Bozacının darısını horozun sırtına yükledim. Horozla birlikte geldik bozacının dükkânına. Baktım ki horozun sırtı çuvaldan yara olmuş. Biraz şeftali yaprağı ile kireç karıştırdım, horozun sırtına sürdüm. O gece ben de dükkânda yattım. Sabahleyin kalktım, bir de ne göreyim? Horozun sırtında bostan yetişmiş. Çıkardım bıçağımı, kestim bir karpuz. Derken bıçağım karpuzun içine düştü. Ben de bıçağı aramak için girdim karpuzun içine. Aa, o da ne? Orada üç tane kazan duruyor. Birinin kenarı kırık, birinin ortası delik, birinin dibi yok. Kestim horozu, kenarı kırık kazanda haşladım, ortası delik kazanda pişirdim, dibi olmayan kazanda da yedim." deyince o adamlardan cüce olanı, “bundan daha baskın bir yalancı olamayacağını” kabul edip hem atı hem yuları hem üzengiyi hem de yirmi altını şehzadeye vermiş. *** Evet değerli dostlar, Kırk Yalan Masalı kısaca böyle. Ortalıkta öyle yalancılar türedi ki yalanlarının kurgusuna, hızına ve ayrıntısına yetişmek mümkün değil. Fakat işin bir başka boyutu, her geçen gün yalancının yalancısı, bozacının şıracısı türüyor. Söyledikleri yalanlara aklı mantığı yerinde olanlar inanmıyor ama kendileri inanıyor gibi yapıp karşılarındakileri inandırmaya çalışmaları çok komik oluyor. *** Yalnız unuttukları bir şey var: Er ya da geç, her yalanın ortaya çıkma gibi bir özelliği var. Ne demiş atalarımız, “Yalan dörtnala gider; gerçek, adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir.” Biz kimseye kızmıyoruz. Karakteri eksik olan insanlar böyledir. Kimileri yılan, kimileri de yalan! Şunu da belirtmekte yarar var. Yalancıların yalan söylemesinde bir sıkıntı yok. Fakat söyledikleri yalanlara inanılacağını düşünmeleri en büyük ahmaklık. Sözün Özü Yalan söyleyen herkes, mutlaka nefsinin alçaklığını ortaya atmıştır. Cahiz
Ekleme Tarihi: 01 Kasım 2022 - Salı
Mustafa ATALAY

KIRK YALAN

Değerli dostlar, geçtiğimiz haftalarda “Yalan ve Kuyruğu” adlı bir yazı yazmıştım. Çevremizdeki yalancıları ve yalandan geçinenleri görünce bir kez daha “yalan” üzerine yazı yazmak gereği oluştu.

“Kırk Yalan Masalı”nı bilir misiniz?

İşte bugün sizlere “Kırk Yalan Masalı”ndan alıntı yaparak bir şeyler aktaracağım.

Yıllar yıllar önce bir padişahın üç oğlu varmış. Bu padişah sağlığında çocuklarının büyüğüne “Sarı tüylü mavi gözlü adamla konuşma!” deyip ona bir sandık altınla bir de at vermiş. Ortanca oğluna “Sakın köse ile görüşme!” diyerek ona da bir at yuları vermiş. Küçük oğluna da “Sen de sakın cüce adamla muhabbet etme!” dedikten sonra ona da bir çift üzengi verip göndermiş.

***

Aradan bir zaman geçtikten sonra padişah, eceli ile ölmüş. Padişahın üç oğlu öylece ortada kala kalmışlar. Bu üç şehzade ne yapacaklarını bilemez halde günlerini geçirirken babasının sözünü ettiği o üç adam, birkaç gün arayla çıkagelmiş.

***

Bu genç ve toy şehzadeler, babalarının öğüdünü unutup bu adamları saraya, yanlarına almışlar.

Şehzadeler bu üç adamın yaptığı soytarılıklardan öyle hoşlanmışlar ki bunları yere göğe koymamışlar, gece gündüz yedirip içirmişler, kendileri de hiçbir işe bakmaz olmuşlar. Hazıra dağ dayanmayacağı için bu üç adam böyle har vurup harman savurarak kısa zamanda büyük şehzadenin bir sandık altınını tüketmişler.

***

Şehzadeler parasız kalınca ne yapsın? İster istemez babalarından kalan emanetleri pazarda satmaya karar vermişler. Şehzadeler farklı günlerde pazara giderken bu adamlar yine önlerine çıkıp  “Şehzadem, bunu satıp da ne yapacaksın? Onu satacağına bana kırk yalan söyle; ben de sana yirmi altın vereyim.” derlermiş. Şehzadeler de her seferinde “Ben yalan söylemeyi beceremem, bana böyle bir şey öğretmediler.” demeleri üzerine ellerindeki emanetleri de bu üç adama kaptırmışlar.

Aynı oyunu küçük şehzadeye de oynamaya kalkan cüce adama küçük şehzade şöyle demiş.

“Ben, nasıl yalan söylenir, bilmem. Ama bak, benim başımdan neler geçtiğini sana kısaca anlatayım.” der ve başlar anlatmaya.

***

“Dün saraydan çıktım, yolda giderken bir adam çıktı karşıma ve 'Şehzadem, müjdemi isterim. Anan dünyaya geldi!' dedi. Ben de düşündüm, taşındım, hiç böyle şey olur mu diye inanmadım; ama belki doğrudur, diyerek hemen elimi koltuğuma götürdüm, bir mücevher çıktı. Onu o adama verdim, gitti. Biraz daha yürüdüm, yine bir adam çıktı karşıma. 'Oo şehzadem, müjdemi isterim!' dedi. Ben de 'Ne var?' diye sorunca 'Baban doğdu!' diye haber verdi. Yine düşündüm, inanmadım ama doğrudur, diyerek elimi öbür koltuğuma götürdüm, yine mücevher çıktı. Onu da bu adama verdim gitti. Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, sonunda bir pazara vardım. Baktım ki bir bozacı bir çuval darı almış, bana 'Al bu darı çuvalını, dükkâna götür.' dedi. Baktım, çuval ağır, götüremeyeceğim. Param da yok, bir araba tutayım, dedim; yine elimi koltuğuma götürdüm, bir horoz çıktı. Bozacının darısını horozun sırtına yükledim. Horozla birlikte geldik bozacının dükkânına. Baktım ki horozun sırtı çuvaldan yara olmuş. Biraz şeftali yaprağı ile kireç karıştırdım, horozun sırtına sürdüm. O gece ben de dükkânda yattım. Sabahleyin kalktım, bir de ne göreyim? Horozun sırtında bostan yetişmiş. Çıkardım bıçağımı, kestim bir karpuz. Derken bıçağım karpuzun içine düştü. Ben de bıçağı aramak için girdim karpuzun içine. Aa, o da ne? Orada üç tane kazan duruyor. Birinin kenarı kırık, birinin ortası delik, birinin dibi yok. Kestim horozu, kenarı kırık kazanda haşladım, ortası delik kazanda pişirdim, dibi olmayan kazanda da yedim." deyince o adamlardan cüce olanı, “bundan daha baskın bir yalancı olamayacağını” kabul edip hem atı hem yuları hem üzengiyi hem de yirmi altını şehzadeye vermiş.

***

Evet değerli dostlar, Kırk Yalan Masalı kısaca böyle.

Ortalıkta öyle yalancılar türedi ki yalanlarının kurgusuna, hızına ve ayrıntısına yetişmek mümkün değil. Fakat işin bir başka boyutu, her geçen gün yalancının yalancısı, bozacının şıracısı türüyor. Söyledikleri yalanlara aklı mantığı yerinde olanlar inanmıyor ama kendileri inanıyor gibi yapıp karşılarındakileri inandırmaya çalışmaları çok komik oluyor.

***

Yalnız unuttukları bir şey var: Er ya da geç, her yalanın ortaya çıkma gibi bir özelliği var. Ne demiş atalarımız, “Yalan dörtnala gider; gerçek, adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir.”

Biz kimseye kızmıyoruz. Karakteri eksik olan insanlar böyledir. Kimileri yılan, kimileri de yalan!

Şunu da belirtmekte yarar var. Yalancıların yalan söylemesinde bir sıkıntı yok. Fakat söyledikleri yalanlara inanılacağını düşünmeleri en büyük ahmaklık.

Sözün Özü

Yalan söyleyen herkes, mutlaka nefsinin alçaklığını ortaya atmıştır. Cahiz

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.