Günümüzün en yaygın ruhsal sorunlarından biri, fark edilmesi en zor olanı: kaygı bozukluğu. Herkesin zaman zaman yaşadığı kaygıdan söz etmiyorum; burada bahsettiğim, kişinin düşüncelerini, kararlarını, ilişkilerini ve hatta bedenini ele geçiren o sessiz alarm hâli.
***
Bugünün dünyasında kaygılı olmak, neredeyse sıradan bir duygu. Ancak sorun şu ki, artık kaygı bir uyarı mekanizması olmaktan çıkıp, birçok insanın hayatının fon müziğine dönüşmüş durumda. Sabah gözünü açtığı anda başlayan, gece yatağa girince artan bir fon müziği…
***
Kaygı bozukluğu yaşayan biri için gündelik hayat düşündüğümüzden çok daha zorlayıcıdır. Market kasasında beklemek bile kalp çarpıntısına neden olabilir. Bir telefon çalması “kötü bir haber” ihtimaliyle anında alarm yaratabilir. Toplu taşıma, kalabalık ortamlar, bir toplantı… Bunların hepsi, dışarıdan bakıldığında sıradan görünür ama kişinin içinde fırtınalar kopar.
***
Bu noktada toplum olarak yaptığımız en büyük hata, kaygıyı “abartma”, “takma kafana”, “herkesin derdi var” gibi cümlelerle geçiştirmektir. Oysa bu cümleler kaygıyı değil, sadece kişinin yalnızlık hissini artırır. Çünkü kaygı, mantıkla ikna edilebilen bir misafir değildir; kapıyı açtığınız anda içeri dalan bir misafirdir.
***
Kaygı bozukluklarının en çarpıcı yanlarından biri de bedeni etkilemesidir. Sürekli yorgunluk, kas gerginliği, mide sorunları, nefes darlığı, uyku bozuklukları… Birçok kişi yıllarca fiziksel belirtilerle uğraşıp, asıl kaynağın kaygı olduğunu çok sonra fark eder.
***
Peki çözüme dair ne var? En önemlisi, kaygıyı küçümsememek. Kaygı bir karakter özelliği değildir; bir hastalıktır ve tedavi edilebilir. Psikoterapi, nefes ve gevşeme teknikleri, düzenli yaşam alışkanlıkları ve bazı durumlarda tıbbi tedavi, kaygının gündelik hayattaki etkilerini belirgin şekilde azaltır. Yeter ki kişi bu sorunla yüzleşme cesaretini gösterebilsin ve destek istemekten çekinmesin.
***
Belki de bu çağın en büyük sınavı, zihnimizin hızına yetişmeye çalışırken ruhumuzu geride bırakmamaktır. Kaygıyı yok saymak değil, anlamak; onunla savaşmak değil, yönetmeyi öğrenmek günümüzün en değerli becerilerinden biri hâline geldi.
***
Unutmayalım: İçimizde sürekli çalan o alarm, aslında bize bir şey söylemeye çalışıyor. Dinlemeyi seçtiğimiz anda, iyileşmenin kapısı aralanıyor.