Mustafa ATALAY
Köşe Yazarı
Mustafa ATALAY
 

BEDEL

Değerli dostlar, bu hafta sizlere gerçekten yaşanmış bir öykü aktaracağım. Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girer. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem, ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu... Eksik de olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biridir Mustafa. *** Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gömer. Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine saklar. Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça ne eksik bacağını hisseder ne de dokuz yılın hediyesi tüberkülozun genzinde hissettirdiği kanın tadını. Tek bacağı üzerinde ilerledikçe kavuşmanın sıcaklığını hissetmeye başlar. Mustafa, çeşme başına oturup biraz soluklanır, kana kana su içer. Az sonra yanında merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaşır. Üniformalı birini görmek heyecanlandırır Halil Emmi'yi. Giden kolay kolay geri gelmez bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine bakar. Yüzünü, saçlarını okşar. Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başlar. *** Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir söz çıkar. Sanki dokuz yıldır ağzında hapistir o söz: “Mustafa’m”. Sarılırlar doyasıya. Hıçkırarak ağlayan Mustafa, şaşır haline. “Demek hala dökecek gözyaşım kalmış!” diye geçirir içinden... Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürür Mustafa’yı. Avlunun tahta kapısından içeri girip tahta bir sandalyeye oturtur. Halil Emmi’nin ağlaması hala son bulmamıştır. Kendini biraz toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini siler. Hafif bir tebessümle, “Hoş geldin Mustafa’m, Nasılsın?”, diyebilir. Mustafa, sessiz bir şekilde, “Şükür” dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koyar. Yorgun gözleriyle Halil Emmi'nin gözlerine bakar. Heybesinden bir zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzatır. Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açar, okumaya başlar. Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını yitirdiğini ve artık konuşamadığını bildirmektedir... Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acılar yaşamış biridir; fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktır. *** Mustafa’m… Yiğidim... Anlıyorum, hissettiklerini, heyecanını... Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda gayri ölüm de gelse hoş gelsin derdim. Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti. Karın Zehra, bebeğiyle ortada kaldı. Sizden bir haber alınamayınca öldünüz, sandık. Ne bir mektup geldi ne bir haber ne de gidip de geri dönen biri. Ortada kalan muhtaç kadınlar, savaşa giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi. Zehra da küçük kardeşin Hasan ile evlendi. Senin oğlun Ali de Hasan’ı babası biliyor. Ama artık “Ali” demiyorlar, “Mustafa” diye değiştirdiler adını. Halil Emmi, yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra olan biteni anlatmaya devam eder. Mustafa, duydukları karşısında önce tepkisiz kalır. Göz damarlarının kızardığı fark edilir. Artık daha acısını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştır dokuz yıl boyunca. *** Ayağa kalkar. Koltuk değneklerine tutunup kapıya yönelir. “Nereye oğul?” diye seslenir Halil Emmi. Mustafa, mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret eder. Parmak ucunun gösterdiği yerde “Kolağası Cafer” yazmaktadır. Halil Emmi anlar, Mustafa’yı. Geldiği yere geri dönecektir. O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmaz. Geceyi birlikte geçirirler. Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazar Halil Emmi. Tüm olan biteni uzunca anlatır. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu eder Mustafa’yı. Heybesine biraz para, biraz azık koyar. Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmaz. Mustafa, bazen yaya bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaşır. *** Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrenir. Mustafa’yı evine alır; kendi çocuklarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterir. Mustafa, her geçen gün daha da durgunlaşır. Hareketleri anlamsızlaşır. Bir süre sonra akli dengesini yitirir. Tüberkülozu ağırlaşır. Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındadır. Karısı Zehra, “Mustafa’m bir gün döner, gelir.” diye ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koyar. Zehra, 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardır. BU TOPRAKLARI ÇOK İYİ KORUMALIYIZ! Milyonlarca acı ağıttan yalnızca birisidir Mustafa’nın dramı! Yalnızca bu gerekçeden bile olsa Milli Şairimiz Mehmet Akif’in “İstiklal Marşı”mızda: “Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı: Düşün altında binlerce kefensiz yatanı. / Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.” dediği gibi şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bu topraklara bu cennet yurdumuza sahip çıkmalıyız. Bayrağını, haritasını ve sınırlarını başkalarının çizdiği topraklarda değil, bedeli ödenmiş topraklarda yaşıyorsak bunun değerini iyi bilip bu ülkeyi, bu toprakları çok iyi korumalıyız! Sözün Özü: Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. Mehmet Akif ERSOY      
Ekleme Tarihi: 13 Mart 2024 - Çarşamba
Mustafa ATALAY

BEDEL

Değerli dostlar, bu hafta sizlere gerçekten yaşanmış bir öykü aktaracağım. Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girer. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem, ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu... Eksik de olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biridir Mustafa.

***

Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gömer. Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine saklar. Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça ne eksik bacağını hisseder ne de dokuz yılın hediyesi tüberkülozun genzinde hissettirdiği kanın tadını. Tek bacağı üzerinde ilerledikçe kavuşmanın sıcaklığını hissetmeye başlar. Mustafa, çeşme başına oturup biraz soluklanır, kana kana su içer. Az sonra yanında merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaşır. Üniformalı birini görmek heyecanlandırır Halil Emmi'yi. Giden kolay kolay geri gelmez bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine bakar. Yüzünü, saçlarını okşar. Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başlar.

***

Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir söz çıkar. Sanki dokuz yıldır ağzında hapistir o söz: “Mustafa’m”. Sarılırlar doyasıya. Hıçkırarak ağlayan Mustafa, şaşır haline. “Demek hala dökecek gözyaşım kalmış!” diye geçirir içinden... Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürür Mustafa’yı. Avlunun tahta kapısından içeri girip tahta bir sandalyeye oturtur. Halil Emmi’nin ağlaması hala son bulmamıştır. Kendini biraz toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini siler. Hafif bir tebessümle, “Hoş geldin Mustafa’m, Nasılsın?”, diyebilir. Mustafa, sessiz bir şekilde, “Şükür” dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koyar. Yorgun gözleriyle Halil Emmi'nin gözlerine bakar. Heybesinden bir zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzatır. Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açar, okumaya başlar. Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını yitirdiğini ve artık konuşamadığını bildirmektedir... Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acılar yaşamış biridir; fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktır.

***

Mustafa’m… Yiğidim... Anlıyorum, hissettiklerini, heyecanını... Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda gayri ölüm de gelse hoş gelsin derdim. Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti. Karın Zehra, bebeğiyle ortada kaldı. Sizden bir haber alınamayınca öldünüz, sandık. Ne bir mektup geldi ne bir haber ne de gidip de geri dönen biri. Ortada kalan muhtaç kadınlar, savaşa giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi. Zehra da küçük kardeşin Hasan ile evlendi. Senin oğlun Ali de Hasan’ı babası biliyor. Ama artık “Ali” demiyorlar, “Mustafa” diye değiştirdiler adını. Halil Emmi, yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra olan biteni anlatmaya devam eder. Mustafa, duydukları karşısında önce tepkisiz kalır. Göz damarlarının kızardığı fark edilir. Artık daha acısını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştır dokuz yıl boyunca.

***

Ayağa kalkar. Koltuk değneklerine tutunup kapıya yönelir. “Nereye oğul?” diye seslenir Halil Emmi. Mustafa, mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret eder. Parmak ucunun gösterdiği yerde “Kolağası Cafer” yazmaktadır. Halil Emmi anlar, Mustafa’yı. Geldiği yere geri dönecektir. O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmaz. Geceyi birlikte geçirirler. Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazar Halil Emmi. Tüm olan biteni uzunca anlatır. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu eder Mustafa’yı. Heybesine biraz para, biraz azık koyar. Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmaz. Mustafa, bazen yaya bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaşır.

***

Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrenir. Mustafa’yı evine alır; kendi çocuklarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterir. Mustafa, her geçen gün daha da durgunlaşır. Hareketleri anlamsızlaşır. Bir süre sonra akli dengesini yitirir. Tüberkülozu ağırlaşır. Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındadır. Karısı Zehra, “Mustafa’m bir gün döner, gelir.” diye ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koyar. Zehra, 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardır.

BU TOPRAKLARI ÇOK İYİ KORUMALIYIZ!

Milyonlarca acı ağıttan yalnızca birisidir Mustafa’nın dramı! Yalnızca bu gerekçeden bile olsa Milli Şairimiz Mehmet Akif’in “İstiklal Marşı”mızda: “Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı: Düşün altında binlerce kefensiz yatanı. / Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.” dediği gibi şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bu topraklara bu cennet yurdumuza sahip çıkmalıyız. Bayrağını, haritasını ve sınırlarını başkalarının çizdiği topraklarda değil, bedeli ödenmiş topraklarda yaşıyorsak bunun değerini iyi bilip bu ülkeyi, bu toprakları çok iyi korumalıyız!

Sözün Özü:

Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. Mehmet Akif ERSOY

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.