Mustafa ATALAY
Köşe Yazarı
Mustafa ATALAY
 

BİLMEK

Ne biliyoruz? Neyi biliyoruz? Neyi ne kadar biliyoruz? Bildiklerimizi kullanabiliyor muyuz? Hatta o bildiklerimizi doğru ve yerinde kullanabiliyor muyuz? Bilgimizi taşıyabiliyor muyuz? Bilginin ağırlığını kaldırabiliyor muyuz? Bilginin altında mı eziliyoruz yoksa bilgiyi yüceltip bizi yüceltmesini mi sağlıyoruz? *** Değerli dostlar, bu haftaki yazımıza soru bombardımanı ile başladık. Aslında çok önemli bir konu. Çoğu insan her şeyi bildiğini ya da çok şey bildiğini sanıyor. Yukarıdaki sorularımızla ilgili ilginç bir öykü aktarayım. *** Uzak ve sapa bir köydeki akrabalarını ziyaret için otobüs yolculuğu  yapan kentli adamın yanına bir köylü adam oturur. Uzun sürecek yolculukta sus pus oturmak ikisine sıktığı için aralarında bir sohbet başlatırlar. Kentli  adam fazlasıyla böbürlenerek bilginin gerekliliğinden, değerinden söz eder durur. Kentli adam, ilerleyen dakikalarda dört üniversite bitirdiğini, on kadar da dil bildiğini ekler sözlerine. Kendini öve öve bitiremezken hareketlerinden, mimiklerinden yanıbaşında oturan köylüyü küçümsediğini o kadar belli eder ki köylü adam kendisine karşı söylenen her sözden çok utandığı gibi cahilliğini, bilgisizliğini sürekli yüzüne vuran adama bir şey de diyemez; oturduğu yerde sessizliğe gömülür ve yolculuk boyunca kentli adamı dinler. *** Bu konuşmalar böyle sürerken bindikleri otobüs, homurtuyla ve sarsıntıyla durur. Otobüs bozulmuştur; şoför aşağı iner, uğraşır, ne yaptıysa sorunu çözemez. Bizim kentli adam ile köylü adam otobüsten inerler ve yürüyerek köye gitmeye karar verirler. Köylü adam önde, kentli adam arkada bir süre yürürler. Bir süre sonra karınları acıkır. Dağlık bir yerde, bir yabani elma ağacı görürler ve karınlarını doyurmak için meyvelerden toplamaya başlarlar. Bulundukları yerin devlet malı olduğu o kadar bellidir ki ama bulundukları yer dağ başıdır sonuçta! Fakat bir anda karşılarına dört beş kadar adam çıkar. Ellerinde soparla kendilerinden izinsiz meyve toplayan iki kişinin üzerlerine yürürler. *** Kentli adam hemen atılır ve bu tarlanın tapusu olup olmadığını sorar eli sopalı adamlara. Olmadığını öğrenince bilgisine güvenerek içi rahat bir biçimde, tapusu olmayan bu tarlada bir hak iddia edemeyeceklerini ve burasının devlet malı olduğunu uzun uzun anlatmaya başlar. Kanunları, yönetmelikleri ilgili maddeleri tek tek sıralarken adamlar onu anlamadığı gibi daha da sinirlenirler. Ellerindeki sopaları tam havaya kaldırdıları sırada köylü adam araya girer. Ve yanlarına yaklaşıp ceplerine bir şey koyar. Ve kentli adamın anlamadığı köylü söyleyişiyle kaba saba bir iki cümle söyleyince ikisini de serbest bırakırlar. *** Kentli ile köylü serbest kalınca tekrar yola koyulurlar. Fakat kentli adamın aklına takılmıştır; ne dedi de o eli sopalı adamlardan nasıl kurtulabildiklerini sorar köylü adama. Üstelik bilgisini kullanıp yasalardan, haktan, hukuktan söz ettiği halde kendi sözünü dinletememiştir onlara. O cahil köylünün bunu nasıl başardığını fazlasıla merak etmektedir. *** Köylü adam bir an durur ve bilgisiyle yol boyu böbürlenen adama bakar ve ona şöyle der: “Anlamayacak insanlara hak, hukuktan, yasadan söz etmek yerine, onların cebine yediğimiz meyvelerin parasını koydum. Ve bahçenin sahipli olduğunu bilmediğimizi söyledim. Yani diyeceğim şu beyim, sen ne kadar bilgili olursan ol, istersen dört üniversite bitirip on dil bilsen de senin bilgin karşındakine anlatabildiğin ve onun anlayabildiği kadardır. Bilmem anlatabildim mi?” KARŞINDAKİNİN NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR Evet değerli dostlar, öykümüz böyle. Mevlana’nın dediği gibi “Ne kadar bilirsen bil, anlattıkların karşındakinin bildiği kadardır.” der. Ya da senin bildiklerin değil karşındakinin ne anladığı önemlidir. Günümüzde yaşadığımız buna benzer o kadar çok olay var ki bu yazıyı okuduktan sonra yaşadığımız ya da karşılaştığımız onlarca olay akılımıza geliveriyor. Çağımızın en önemli özelliği, bilgiyi doğru zamanda, doğru yerde, doğru kullanabilmek. ÇOK ŞEY BİLMEK YETMİYOR İşin ilginç yanı ise günümüzde çok şey bilmek yetmiyor, bilgiyi kullanabilmek kadar karşımızdakinin de bildiklerimizi, anlattıklarımızı anlayabilecek kapasitesinin olması. Anlatmak kadar anlamak da önemli. Sözün Özü: Bilmediğini bilmek, en iyisidir. Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır. Lao TZU  
Ekleme Tarihi: 27 May 2025 - Tuesday

BİLMEK

Ne biliyoruz? Neyi biliyoruz? Neyi ne kadar biliyoruz? Bildiklerimizi kullanabiliyor muyuz? Hatta o bildiklerimizi doğru ve yerinde kullanabiliyor muyuz? Bilgimizi taşıyabiliyor muyuz? Bilginin ağırlığını kaldırabiliyor muyuz? Bilginin altında mı eziliyoruz yoksa bilgiyi yüceltip bizi yüceltmesini mi sağlıyoruz?

***

Değerli dostlar, bu haftaki yazımıza soru bombardımanı ile başladık. Aslında çok önemli bir konu. Çoğu insan her şeyi bildiğini ya da çok şey bildiğini sanıyor. Yukarıdaki sorularımızla ilgili ilginç bir öykü aktarayım.

***

Uzak ve sapa bir köydeki akrabalarını ziyaret için otobüs yolculuğu  yapan kentli adamın yanına bir köylü adam oturur. Uzun sürecek yolculukta sus pus oturmak ikisine sıktığı için aralarında bir sohbet başlatırlar. Kentli  adam fazlasıyla böbürlenerek bilginin gerekliliğinden, değerinden söz eder durur. Kentli adam, ilerleyen dakikalarda dört üniversite bitirdiğini, on kadar da dil bildiğini ekler sözlerine. Kendini öve öve bitiremezken hareketlerinden, mimiklerinden yanıbaşında oturan köylüyü küçümsediğini o kadar belli eder ki köylü adam kendisine karşı söylenen her sözden çok utandığı gibi cahilliğini, bilgisizliğini sürekli yüzüne vuran adama bir şey de diyemez; oturduğu yerde sessizliğe gömülür ve yolculuk boyunca kentli adamı dinler.

***

Bu konuşmalar böyle sürerken bindikleri otobüs, homurtuyla ve sarsıntıyla durur. Otobüs bozulmuştur; şoför aşağı iner, uğraşır, ne yaptıysa sorunu çözemez. Bizim kentli adam ile köylü adam otobüsten inerler ve yürüyerek köye gitmeye karar verirler. Köylü adam önde, kentli adam arkada bir süre yürürler. Bir süre sonra karınları acıkır. Dağlık bir yerde, bir yabani elma ağacı görürler ve karınlarını doyurmak için meyvelerden toplamaya başlarlar. Bulundukları yerin devlet malı olduğu o kadar bellidir ki ama bulundukları yer dağ başıdır sonuçta! Fakat bir anda karşılarına dört beş kadar adam çıkar. Ellerinde soparla kendilerinden izinsiz meyve toplayan iki kişinin üzerlerine yürürler.

***

Kentli adam hemen atılır ve bu tarlanın tapusu olup olmadığını sorar eli sopalı adamlara. Olmadığını öğrenince bilgisine güvenerek içi rahat bir biçimde, tapusu olmayan bu tarlada bir hak iddia edemeyeceklerini ve burasının devlet malı olduğunu uzun uzun anlatmaya başlar. Kanunları, yönetmelikleri ilgili maddeleri tek tek sıralarken adamlar onu anlamadığı gibi daha da sinirlenirler. Ellerindeki sopaları tam havaya kaldırdıları sırada köylü adam araya girer. Ve yanlarına yaklaşıp ceplerine bir şey koyar. Ve kentli adamın anlamadığı köylü söyleyişiyle kaba saba bir iki cümle söyleyince ikisini de serbest bırakırlar.

***

Kentli ile köylü serbest kalınca tekrar yola koyulurlar. Fakat kentli adamın aklına takılmıştır; ne dedi de o eli sopalı adamlardan nasıl kurtulabildiklerini sorar köylü adama. Üstelik bilgisini kullanıp yasalardan, haktan, hukuktan söz ettiği halde kendi sözünü dinletememiştir onlara. O cahil köylünün bunu nasıl başardığını fazlasıla merak etmektedir.

***

Köylü adam bir an durur ve bilgisiyle yol boyu böbürlenen adama bakar ve ona şöyle der: “Anlamayacak insanlara hak, hukuktan, yasadan söz etmek yerine, onların cebine yediğimiz meyvelerin parasını koydum. Ve bahçenin sahipli olduğunu bilmediğimizi söyledim. Yani diyeceğim şu beyim, sen ne kadar bilgili olursan ol, istersen dört üniversite bitirip on dil bilsen de senin bilgin karşındakine anlatabildiğin ve onun anlayabildiği kadardır. Bilmem anlatabildim mi?”

KARŞINDAKİNİN NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR

Evet değerli dostlar, öykümüz böyle. Mevlana’nın dediği gibi “Ne kadar bilirsen bil, anlattıkların karşındakinin bildiği kadardır.” der. Ya da senin bildiklerin değil karşındakinin ne anladığı önemlidir. Günümüzde yaşadığımız buna benzer o kadar çok olay var ki bu yazıyı okuduktan sonra yaşadığımız ya da karşılaştığımız onlarca olay akılımıza geliveriyor. Çağımızın en önemli özelliği, bilgiyi doğru zamanda, doğru yerde, doğru kullanabilmek.

ÇOK ŞEY BİLMEK YETMİYOR

İşin ilginç yanı ise günümüzde çok şey bilmek yetmiyor, bilgiyi kullanabilmek kadar karşımızdakinin de bildiklerimizi, anlattıklarımızı anlayabilecek kapasitesinin olması. Anlatmak kadar anlamak da önemli.

Sözün Özü:

Bilmediğini bilmek, en iyisidir. Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır. Lao TZU

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Cookies are used to ensure you get the best experience on our website. By continuing to use our site, you accept our use of cookies.