Mustafa ATALAY
Köşe Yazarı
Mustafa ATALAY
 

BİR DERS DAHA!

Değerli dostlar, bu haftaki yazımızı değerli dava ve gönül adamı, düşünür ve yazar Galip Erdem Beyefendinin aktardığı ibretlik bir öyküye ayırdım. Peki değerli dostlar, size bir soru. Galip Erdem adını duydunuz mu?   GALİP ERDEM BEYEFENDİ ALÇAK GÖNÜLLÜ BİR AYDIN   Okuyucularımızdan bazıları duymamış olabilir. Duymayanlar ve bilmeyenker, arama motorlarından “Galip Erdem” Beyefendiyi araştırabilirler. Çok şey bulacaklarını ve öğreneceklerini umuyorum. Galip Erdem Beyefendi, gerçekten bilge bir insan, alçak gönüllü bir aydın. Onun bu yönlerini daha iyi anlayabilmek için ona biraz yaklaşmak gerekiyor. Peki, nasıl yaklaşacağız? Tabii ki onun eserlerini okuyarak… Önce o ilginç öyküyü aktaralım. Bu öykü ile birlikte onun diğer yazılarını, görüş ve düşüncelerini de mutlaka okuyalım, paylaşalım. O ilginç öykünün adı “Ayrık Otu ile Çınar”. Birlikte okuyalım…   ***   Alabildiğine gür, yemyeşil çimenlerin, renk renk menekşelerin, papatyaların, gelinciklerin yaşadığı bir çayır vardı. Bir gün bu çayıra “ne olduğu belirsiz” bir ot gelir. Masum ve mazlum bir eda ile “Sayın çayır hazretleri!” der, “yersiz yurtsuz kaldım. Kıyıcığınızda köşeciğinizde, hiç işe yaramayan verimsiz bir parçanızda yerleşmeme izin verir misiniz?” Çayır, önce şaşırır. Bu davetsiz misafiri hiç tanımıyordur.  “Adın nedir?” diye sorar, “Sana kim derler?”  Davetsiz misafir, biraz daha ezilip büzülerek merhamet dilenen bir sesle: “Bana, Ayrık Otu, derler. Kimseye zararım dokunmaz. Herkese iyilik ederim.” Çayır, “Pekiyi. Yalnız, bizim çocuklara bir danışayım. Kabul ederlerse sana da bir köşe veririz. Bizim buralarda demokrasi vardır. Hiç kimse tek başına karar veremez. Herkesin fikri alınır.” diyerek çayırda yaşayan tüm bitkileri toplar. Konuyu kısaca anlatır. Diz boyu çimenler, mor menekşeler, kıpkırmızı gelincikler, sarı papatyalar, yeni bir arkadaşa kavuşacaklarını düşünerek çok sevinirler. Oy birliği ile “Ayrık Otu”na uygun bir yer verilmesini isterler.    ***   O çayırda, ulu bir çınar vardır. Çok yaşamış, çok güngörmüştür. Söz alır: “İşinize karışmak gibi olmasın; ama bence hata ediyorsunuz. Siz, Ayrık Otu’nu tanımazsınız. Görünüşüne aldanmayın. Son derece zararlı bir bitkidir. Aranıza girerse huzurunuzu bozar, kökünüzü kurutur, yaşama hakkınızı elinizden alır. İyiliğiniz için söylüyorum. Bana göre hava hoş. Ben kuvvetliyim. Bana hiçbir şey yapamaz.” Çınarın bu uyarılarına aldırış eden olmaz.  “İhtiyar, amma da saçmalıyor ha! Bu zavallı kime kötülük edebilir ki!” derler.  Böylece, karar verilir. Ayrık Otu, çayırın verimsiz bir köşesine yerleşir. Aradan birkaç ay geçer… Ayrık Otu, yaratılışının gereğini yapmaya başlar. Kendisine ayrılan yer ile yetinmez. Her yere kök salar. Toprağını gittikçe genişletir, herkese kafa tutmaya, yavaş yavaş herkesi yerinden etmeye başlar. Çayır’ın huzuru kaçmıştır. Çayırdaki o eski uyum, dostluk, birliktelik yaşanılan günler, hayal olmaya başlar. Çimenler, artık diz boyu değildir. Menekşeler, o şahane morluklarını yitirip kirli bir renge bürünürler. Gelincikler, muradına ermeden soluveren gelinlere benzer. Papatyaların sarısı artık eskisi gibi tatlı görünmez, bir “ölüm sarılığı”nı andırır.   ***   Durumun gittikçe kötüleştiğini gören çayır sakinleri, konuyu yeniden görüşmek için toplanırlar. Herkes, başlangıçtaki düşüncesinin hatalı olduğunu, Ayrık Otu’nu kabul etmemeleri gerektiğini söyler. Ne yazık ki iş işten geçmiştir. Ne yapılabileceğini düşünürler. Sonuçta “Çayır Ana”ya gidip “Ayrık Otu”nu şikâyet ederler. Çayır, çocuklarının durumuna çok üzülür, yüreği parçalanır. Hemen, “Ayrık Otu”nu bulur. Hiddetle: “Sana verdiğimiz köşede durmamış, her tarafı istila etmeğe başlamışsın. Çocukların huzuru kalmamış. Sana acıdıkları için aralarına almışlardı. Hepsini pişman ettin. Ya bu huyundan vazgeç, köşeciğine çekil ya da geldiğin yere git!” der.   ***   Ayrık Otu, arsız arsız sırıtır: Kendine güvenen bir tavırla: “Ben, yerimden memnunum, bu durumdan asla şikâyetçi değilim. Rahatsızlığım da yok. Eğer rahatsız olanlar varsa çekilip gitmekte serbesttir. Boşuna yorulmayın. Elinizden bir şey gelmez. Köklerimi öyle derinlere saldım ki artık söküp atamazsınız!” der ve bu öykü böyle biter.    BİLGELİK, İLERİ GÖRÜŞLÜLÜK VE ÖNGÖRÜ SAHİBİ OLMAK BÖYLE BİR ŞEY   Sözünü kimseye dinletemeyen o Ulu Çınar’a gelince… Çayır sakinlerinin haline o kadar üzülür ki yiten huzurun ve mutluluğun arkasından öylesine ağlar ki “Ben demedim mi?” bile diyemez! Öykü böyle bitiyor, bitmesine de Galip Erdem Beyefendi, yıllar sonra yaşanabilecekleri, olup bitecekleri, yıllar öncesinden ne güzel anlatmış. İşte bilgelik, ileri görüşlülük ve öngörü sahibi olmak böyle bir şey! Ruhu şâd olsun.   SÖZÜN ÖZÜ: Meşe gölgesinde filizlenen yosunlar çok kere kendilerini meşe fidanı sanırlar. Kitap Yüzü
Ekleme Tarihi: 06 Haziran 2023 - Salı
Mustafa ATALAY

BİR DERS DAHA!

Değerli dostlar, bu haftaki yazımızı değerli dava ve gönül adamı, düşünür ve yazar Galip Erdem Beyefendinin aktardığı ibretlik bir öyküye ayırdım. Peki değerli dostlar, size bir soru. Galip Erdem adını duydunuz mu?

 

GALİP ERDEM BEYEFENDİ ALÇAK GÖNÜLLÜ BİR AYDIN

 

Okuyucularımızdan bazıları duymamış olabilir. Duymayanlar ve bilmeyenker, arama motorlarından “Galip Erdem” Beyefendiyi araştırabilirler. Çok şey bulacaklarını ve öğreneceklerini umuyorum. Galip Erdem Beyefendi, gerçekten bilge bir insan, alçak gönüllü bir aydın. Onun bu yönlerini daha iyi anlayabilmek için ona biraz yaklaşmak gerekiyor. Peki, nasıl yaklaşacağız? Tabii ki onun eserlerini okuyarak… Önce o ilginç öyküyü aktaralım. Bu öykü ile birlikte onun diğer yazılarını, görüş ve düşüncelerini de mutlaka okuyalım, paylaşalım. O ilginç öykünün adı “Ayrık Otu ile Çınar”. Birlikte okuyalım…

 

***

 

Alabildiğine gür, yemyeşil çimenlerin, renk renk menekşelerin, papatyaların, gelinciklerin yaşadığı bir çayır vardı. Bir gün bu çayıra “ne olduğu belirsiz” bir ot gelir. Masum ve mazlum bir eda ile “Sayın çayır hazretleri!” der, “yersiz yurtsuz kaldım. Kıyıcığınızda köşeciğinizde, hiç işe yaramayan verimsiz bir parçanızda yerleşmeme izin verir misiniz?”

Çayır, önce şaşırır. Bu davetsiz misafiri hiç tanımıyordur. 

“Adın nedir?” diye sorar, “Sana kim derler?” 

Davetsiz misafir, biraz daha ezilip büzülerek merhamet dilenen bir sesle:

“Bana, Ayrık Otu, derler. Kimseye zararım dokunmaz. Herkese iyilik ederim.”

Çayır, “Pekiyi. Yalnız, bizim çocuklara bir danışayım. Kabul ederlerse sana da bir köşe veririz. Bizim buralarda demokrasi vardır. Hiç kimse tek başına karar veremez. Herkesin fikri alınır.” diyerek çayırda yaşayan tüm bitkileri toplar. Konuyu kısaca anlatır. Diz boyu çimenler, mor menekşeler, kıpkırmızı gelincikler, sarı papatyalar, yeni bir arkadaşa kavuşacaklarını düşünerek çok sevinirler. Oy birliği ile “Ayrık Otu”na uygun bir yer verilmesini isterler. 

 

***

 

O çayırda, ulu bir çınar vardır. Çok yaşamış, çok güngörmüştür. Söz alır: “İşinize karışmak gibi olmasın; ama bence hata ediyorsunuz. Siz, Ayrık Otu’nu tanımazsınız. Görünüşüne aldanmayın. Son derece zararlı bir bitkidir. Aranıza girerse huzurunuzu bozar, kökünüzü kurutur, yaşama hakkınızı elinizden alır. İyiliğiniz için söylüyorum. Bana göre hava hoş. Ben kuvvetliyim. Bana hiçbir şey yapamaz.” Çınarın bu uyarılarına aldırış eden olmaz. 

“İhtiyar, amma da saçmalıyor ha! Bu zavallı kime kötülük edebilir ki!” derler. 

Böylece, karar verilir. Ayrık Otu, çayırın verimsiz bir köşesine yerleşir.

Aradan birkaç ay geçer… Ayrık Otu, yaratılışının gereğini yapmaya başlar. Kendisine ayrılan yer ile yetinmez. Her yere kök salar. Toprağını gittikçe genişletir, herkese kafa tutmaya, yavaş yavaş herkesi yerinden etmeye başlar. Çayır’ın huzuru kaçmıştır. Çayırdaki o eski uyum, dostluk, birliktelik yaşanılan günler, hayal olmaya başlar. Çimenler, artık diz boyu değildir. Menekşeler, o şahane morluklarını yitirip kirli bir renge bürünürler. Gelincikler, muradına ermeden soluveren gelinlere benzer. Papatyaların sarısı artık eskisi gibi tatlı görünmez, bir “ölüm sarılığı”nı andırır.

 

***

 

Durumun gittikçe kötüleştiğini gören çayır sakinleri, konuyu yeniden görüşmek için toplanırlar. Herkes, başlangıçtaki düşüncesinin hatalı olduğunu, Ayrık Otu’nu kabul etmemeleri gerektiğini söyler. Ne yazık ki iş işten geçmiştir. Ne yapılabileceğini düşünürler. Sonuçta “Çayır Ana”ya gidip “Ayrık Otu”nu şikâyet ederler. Çayır, çocuklarının durumuna çok üzülür, yüreği parçalanır. Hemen, “Ayrık Otu”nu bulur. Hiddetle: “Sana verdiğimiz köşede durmamış, her tarafı istila etmeğe başlamışsın. Çocukların huzuru kalmamış. Sana acıdıkları için aralarına almışlardı. Hepsini pişman ettin. Ya bu huyundan vazgeç, köşeciğine çekil ya da geldiğin yere git!” der.

 

***

 

Ayrık Otu, arsız arsız sırıtır: Kendine güvenen bir tavırla: “Ben, yerimden memnunum, bu durumdan asla şikâyetçi değilim. Rahatsızlığım da yok. Eğer rahatsız olanlar varsa çekilip gitmekte serbesttir. Boşuna yorulmayın. Elinizden bir şey gelmez. Köklerimi öyle derinlere saldım ki artık söküp atamazsınız!” der ve bu öykü böyle biter. 

 

BİLGELİK, İLERİ GÖRÜŞLÜLÜK VE ÖNGÖRÜ SAHİBİ OLMAK BÖYLE BİR ŞEY

 

Sözünü kimseye dinletemeyen o Ulu Çınar’a gelince… Çayır sakinlerinin haline o kadar üzülür ki yiten huzurun ve mutluluğun arkasından öylesine ağlar ki “Ben demedim mi?” bile diyemez! Öykü böyle bitiyor, bitmesine de Galip Erdem Beyefendi, yıllar sonra yaşanabilecekleri, olup bitecekleri, yıllar öncesinden ne güzel anlatmış. İşte bilgelik, ileri görüşlülük ve öngörü sahibi olmak böyle bir şey! Ruhu şâd olsun.

 

SÖZÜN ÖZÜ:

Meşe gölgesinde filizlenen yosunlar çok kere kendilerini meşe fidanı sanırlar. Kitap Yüzü

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.