Değerli dostlar, geçtiğimiz iki hafta üst üste eğitimci, yazar, akademisyen Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU hocamızın paylaşımlarını aktarmıştım. Bu haftaki yazımızda, bu paylaşımlarda yer alan olmsuzlukların nedenini ele almaya çalışacağım. Yazımıza bir Çin atasözü ile başlayayım. “Bir çocuğun eğitimi, o çocuğun doğumundan yirmi yıl önce başlarmış.” Bunun anlamı iyi bir çocuk yetiştirebilmemiz için önümüzde 20 yılımız var, demektir. Yeni bir canın hayata hazırlanıp yetiştirilebilmesi için 20 yıl. Bu canın yalnızca bakımını değil “yetişmesini” de sağlamak için en az 20 yıl gerekiyor. Çocuk doğduktan sonra insan yetiştimeye ilgi duymak, merak salmak, son gece sınava çalışmaya benzer. Yani anne baba olacak bireyler, önce kendilerini eğitmeli ki sonra da dünyaya getirecekleri çocuğu yetiştirebilsinler. Bu açıklamayı ve örneklemeyi neden yaptım? Çocuk, annesiyle veya babasıyla dışarıda dolaşıyor. Bakkaldan dondurma alınıyor. Dondurmanın ambalajı açılıyor, dondurma çocuğa veriliyor, dondurmanın ambalajı yere atılıyor. O çocuk, o davranışı görüyor. Çocuk, başka bir gün yine anne babasıyla dışarı çıkıyor. Yine yiyecek bir şeyler alınıyor. Ambalajı veya kutusu yere atılıyor. Farklı türden örnekler çoğaltılabilir; o kadar çok ki hangi birini ele alayım, son iki hafta paylaştığım örnekler bile yeter! O çocuk, bu tür olumsuz davranışları gördükçe sokağa çöp atmanın, tükürmenin olağan bir davranış olduğunu düşünmeye başlıyor. Anne babanın evdeki ve dışarıdaki davranışları, o çocuğun gözünde, zihninde ve davranışlarında yer ediyor, kendi yaşamında da benzerini uyguluyor. Yani çocuk, anne babanın aynası oluyor, doğal olarak “Armut dibine düşüyor!” Sonra bu çocuk okula geldiğinde de benzer davranışları sürdürüyor. Çünkü ilk yedi yıl, bu tür davranışları gördü, benimsedi. Bir çocuğun kişilik ve davranış oluşumu da ilk 3 yaşta oluşuyor, 6 yaşına kadar da biçimlenip yerleşiyor. Sonra okuldaki uyarılar da eğitimler de yönlendirmeler de pek bir işe yaramıyor. Bu yukarıda anlattıklarımın topluma yansıması çok kötü oluyor. Çünkü etkileşim ve benzeşim denilen bir olgu var. Biri yanlış veya hatalı bir şey yaptığında yanındakiler veya çevredekiler de o yanlışı yapabiliyor. İşte asıl önemli sorun burada. Yanlışa, hataya, kötülüğe, art niyete göz yummak. Bu gibi olumsuzlukları gidermeden çözüm oluşturulamaz. Peki, toplumda yaşanan, insanların yaptığı yanlışlıkları, hataları, kötü davranışları nasıl düzelteceğiz? Aslında birkaç yolu var. Önce çok duyduğumuz ve bildiğimiz Almanya’dan örnek vereyim. Bir yurttaşımız, Almanya’da yaşayan akrabalarının yanına gezmeye gider. Akrabasıyla birlikte akşamüstü eve dönerlerken sokak veya cadde üstündeki bir marketten sigara almak ister ve o akrabasına “Şurada dur da bir sigara alayım.” der. Akrabası da “Duramam, burası durmak için uygun bir yer değil.” der. Yani marketin yakın çevresinde boş park yeri yoktur. Yanındaki misafiri ısrar eder. “Ya, şurada iki dakika duracaksın, ne olacak sanki!” diye karşılık verir. Almanya’da yaşayan kişi, “Olmaz, duramam, cezası var.” diye diretir. Bu söz üzerine misafir akraba, “Cezası neyse ben vereyim, şurada iki dakika duracaksın!” deyince “İş, cezayla bitmiyor. Asıl sorun sonra başlıyor.” deyip yoluna devam eder. Eve gelince orada niçin durmadığını, duramadığını akrabasına anlatmaya başlar. “Bak yeğenim, bu kural hatası 40-50 avroluk ceza ile kalsa iyi. Asıl ceza o kuralsızlıktan sonra başlıyor. Yurttaşlık sicilin lekeleniyor, bozuluyor, sakıncalı kişi durumuna düşüyorsun. Bir devlet kurumuna ya da bir iş yerine gittiğinde işin bitmiyor, sürekli öteleniyorsun. Örneğin bir bankaya gidiyorsun. Sıra alıyorsun. Önünde 3-4 kişi var. Sıra sana geliyor. Senin ekranında kırmızı uyarı çıkıyor. Oradaki görevli, seni uyarıyor. Sen, kısıtlısın, diyor. İşin uzuyor. 10 dakikalık işini akşama kadar bitiremiyorsun. Onun için burada hiç kimse böyle bir durumla karşı karşıya gelmek istemez. Bu tür kural dışı davranışların artarsa işin de oturma iznin de elinden alınır.” İşte basit ve caydırıcı bir önlem. Bizim ülkemizde de uygulanabilir. Bugün herkesin bir T.C. vatandaşlık numarası var. Kurallara uymayan, toplum düzenini bozan herkese ayrım yapılmaksızın e-devlet sisteminden kısıtlama getirilebilir. Örneğin her türlü dijital işlemler ve görüşmeler, suçun derecesine göre 1 hafta, 10 gün, 15 gün, 1 ay ve daha uzun sürelerde engellenebilir, bankacılık ve daha onlarca işlemlere kısıtlama getirilebilir. Cezaevine giren nasıl ki birçok haktan kısıtlanıyorsa bu da böyle bir uygulama olabilir. Evet, eğitimden beklentilerimiz çok; ama yaptırım gücü yok. Yaptırımı güçlendirirsek o toplum en kısa sürede düzene girer, istendik davranışları sergilemeye başlar. O çok özendiğimiz ve beğendiğimiz ileri ülkeler, evet yaptırımları güçlü ve etkili; ama halkını da eğitiyor. Bizde niye olmasın? Yeter ki isteyelim!
Sözün Özü:
Önemli olan sözler değil davranışlardır. Davranış, herkesin kendi yüzünü gösterdiği bir aynadır. Kitap Yüzü