Mustafa ATALAY
Köşe Yazarı
Mustafa ATALAY
 

NEREDEN NEREYE?

Değerli dostlar üç hafta önce “Eğitimin Amacı” ve “Amaç Eğitimse” başlıklı yazılarımda eğitimci, yazar, akademisyen Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU hocamızdan önemli belirlemeleri paylaşmıştım. Geçen hafta da “Eğitimden Beklentiler” başlığı ile o iki alıntıyla da bireysel ve toplumsal eğitimimizi değerlendirmeye çalıştım. Bu haftaki yazımızda ulus olarak, toplum olarak “Nereden Nereye?” geldiğimizin değerlendirmesini bir başka açıdan anlatmak istiyorum. *** 1700'lü yıllar ile 1800'lü yıllarda Türkiye’ye gelen yabancılar, biz Türklere yüklenen ve biz Türklerle özdeşleşen önemli özelliklerden söz ederler. Bunların neler olduğuna bakalım mı? Türkler, kimsenin malına, mülküne göz dikmezler. Kimsenin namusuna yan bakmazlar. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezler. “TÜRKLERLE ALIŞVERİŞ ET, YANILMAZSIN!” Evet, bu özellikler biz Türklerin ne kadar erdemli, faziletli bir toplum olduğunu göstemekteydi. Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerine asılı bir levhada, “Türklerle alışveriş et, yanılmazsın!” yazmaktaydı. Bu özellik de biz Tüklerin ne kadar dürüst, ne kadar güvenilir olduğunu göstermektedi. *** Hollanda Ticaret Odasının toplantılarında oylar eşit çıkınca Türklerle alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. Bu örnek de biz Türklerin öbür uluslar arasında ne kadar onurlu, itibarlı, saygın ve imrenilen bir ulus olduğumuzu gösteriyordu. Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla ünlü Comte De MARSIGIL, yere tükürmedikleri için Türkleri şöyle eleştiriyor: “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir sıcaklık olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.” diye örnekleme yapmış. Bu ilginç belirleme, çevreye, insanlara ve topluma karşı ne kadar saygılı ve temizlik anlayışına ne kadar önem ve değer verdiğimizi göstermekteydi. ORMAN YANGINLARI, ÇEVRE KATLİAMI, AĞAÇ KIYIMI… Türkler, kurak günlerde ücretle adamlar tutar ve sokaklarındaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yaparlar. Bunlara öyle çok örnek var ki saymakla bitmez. İşte bir başka çevrecilik örneği de bu. Her canlıya; ota, ağaca, kuşa, böceğe değer veren, koruyan, yaşatmaya çalışan bir anlayış. Ya son günlerde yaşanan tatsız olaylar! Orman yangınları, çevre katliamı, ağaç kıyımı… Evet biz, bir zamanlar çevreciydik! *** Fransız yazar Motray, biz Türklerin 1700'lerdeki durumunu şöyle anlatıyor: “Türk dükkanlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam hiç tanımadığım dükkancılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki konakladığım yere kadar gelmişlerdir.” diyor. Peki bu örneklemenin anlamı ne? Biz Türkler, helal kazanca, dürüstlüğe, güvenirliğe çok önem verirdik. Sahtekarlık, düzenbazlık, dolandırıcılık, haksız kazanç bilmezdik. *** İngiliz elçisi Sir James PORTER, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor. “Gerek İstanbul'da, gerekse devletin öbür kentlerinde egemen olan emniyet ve asayiş, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlamaktadır ki Türkler çok medeni insanlardır.” *** Bu belirlemenin bugün için bir yorumunu dahi yapamıyoruz. Sokakta caddede, parkta meydanda başımıza ne geleceğini, hangi başıbozuğun saldırısına uğrayacağımızı, hangi kör kurşuna hedef olacağımızı bilemiyoruz. Ünlü Fransız general Comte De BONNEVAL ise şu değerlendirmeyi yapıyor. “Haksızlık, murabahacılık (aşırı kazanç sağlama, tefecilik), inhisarcılık (tekelcilik) ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında çok bilinen bir davranış değildir. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki insan, çok kez Türklerin doğruluklarına hayran kalır.” “NEREDEEEN NEREYE!” Bu değerlendirmeye bir yorum yapmak istemiyorum, yapamıyorum. Yalnızca şunu diyebilirim; “Neredeeen nereye!” Bu haftanın son örneği ünlü İtalyan gezgini Edmondo De AMICIS’ten olsun. AMICIS, yine 1880'lerin Türklerini şöyle anlatıyor. “İstanbul Türk halkı, Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga gürültü çok enderdir. Kahkaha sesi, neredeyse hiç işitilmez. O kadar hoşgörülüdürler ki ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilirsin. Bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz.” ÖRNEKLER ÇOK Bu örneklemeden de bir zamanlar biz Türklerin ne kadar nazik, nekaket sahibi olduğumuzu, topluma karşı ne kadar saygılı ve anlayışlı olduğumuzu gösteriyor. Bunlara benzer örnekler çok. Haftaya devam edelim. Sözün Özü: Bazen yazgı insanı öyle bir çizgiye, öyle bir yere getirir ki yalnızca şunu diyebilirsin: “Nereden nereye!” Kitap Yüzü 
Ekleme Tarihi: 08 Temmuz 2025 -Salı

NEREDEN NEREYE?

Değerli dostlar üç hafta önce “Eğitimin Amacı” ve “Amaç Eğitimse” başlıklı yazılarımda eğitimci, yazar, akademisyen Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU hocamızdan önemli belirlemeleri paylaşmıştım. Geçen hafta da “Eğitimden Beklentiler” başlığı ile o iki alıntıyla da bireysel ve toplumsal eğitimimizi değerlendirmeye çalıştım. Bu haftaki yazımızda ulus olarak, toplum olarak “Nereden Nereye?” geldiğimizin değerlendirmesini bir başka açıdan anlatmak istiyorum.

***

1700'lü yıllar ile 1800'lü yıllarda Türkiye’ye gelen yabancılar, biz Türklere yüklenen ve biz Türklerle özdeşleşen önemli özelliklerden söz ederler. Bunların neler olduğuna bakalım mı? Türkler, kimsenin malına, mülküne göz dikmezler. Kimsenin namusuna yan bakmazlar. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezler.

“TÜRKLERLE ALIŞVERİŞ ET, YANILMAZSIN!”

Evet, bu özellikler biz Türklerin ne kadar erdemli, faziletli bir toplum olduğunu göstemekteydi. Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerine asılı bir levhada, “Türklerle alışveriş et, yanılmazsın!” yazmaktaydı. Bu özellik de biz Tüklerin ne kadar dürüst, ne kadar güvenilir olduğunu göstermektedi.

***

Hollanda Ticaret Odasının toplantılarında oylar eşit çıkınca Türklerle alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. Bu örnek de biz Türklerin öbür uluslar arasında ne kadar onurlu, itibarlı, saygın ve imrenilen bir ulus olduğumuzu gösteriyordu. Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla ünlü Comte De MARSIGIL, yere tükürmedikleri için Türkleri şöyle eleştiriyor: “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir sıcaklık olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.” diye örnekleme yapmış. Bu ilginç belirleme, çevreye, insanlara ve topluma karşı ne kadar saygılı ve temizlik anlayışına ne kadar önem ve değer verdiğimizi göstermekteydi.

ORMAN YANGINLARI, ÇEVRE KATLİAMI, AĞAÇ KIYIMI…

Türkler, kurak günlerde ücretle adamlar tutar ve sokaklarındaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yaparlar. Bunlara öyle çok örnek var ki saymakla bitmez. İşte bir başka çevrecilik örneği de bu. Her canlıya; ota, ağaca, kuşa, böceğe değer veren, koruyan, yaşatmaya çalışan bir anlayış. Ya son günlerde yaşanan tatsız olaylar! Orman yangınları, çevre katliamı, ağaç kıyımı… Evet biz, bir zamanlar çevreciydik!

***

Fransız yazar Motray, biz Türklerin 1700'lerdeki durumunu şöyle anlatıyor: “Türk dükkanlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam hiç tanımadığım dükkancılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki konakladığım yere kadar gelmişlerdir.” diyor. Peki bu örneklemenin anlamı ne? Biz Türkler, helal kazanca, dürüstlüğe, güvenirliğe çok önem verirdik. Sahtekarlık, düzenbazlık, dolandırıcılık, haksız kazanç bilmezdik.

***

İngiliz elçisi Sir James PORTER, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor. “Gerek İstanbul'da, gerekse devletin öbür kentlerinde egemen olan emniyet ve asayiş, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlamaktadır ki Türkler çok medeni insanlardır.”

***

Bu belirlemenin bugün için bir yorumunu dahi yapamıyoruz. Sokakta caddede, parkta meydanda başımıza ne geleceğini, hangi başıbozuğun saldırısına uğrayacağımızı, hangi kör kurşuna hedef olacağımızı bilemiyoruz. Ünlü Fransız general Comte De BONNEVAL ise şu değerlendirmeyi yapıyor. “Haksızlık, murabahacılık (aşırı kazanç sağlama, tefecilik), inhisarcılık (tekelcilik) ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında çok bilinen bir davranış değildir. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki insan, çok kez Türklerin doğruluklarına hayran kalır.”

“NEREDEEEN NEREYE!”

Bu değerlendirmeye bir yorum yapmak istemiyorum, yapamıyorum. Yalnızca şunu diyebilirim; “Neredeeen nereye!” Bu haftanın son örneği ünlü İtalyan gezgini Edmondo De AMICIS’ten olsun. AMICIS, yine 1880'lerin Türklerini şöyle anlatıyor. “İstanbul Türk halkı, Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga gürültü çok enderdir. Kahkaha sesi, neredeyse hiç işitilmez. O kadar hoşgörülüdürler ki ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilirsin. Bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz.”

ÖRNEKLER ÇOK

Bu örneklemeden de bir zamanlar biz Türklerin ne kadar nazik, nekaket sahibi olduğumuzu, topluma karşı ne kadar saygılı ve anlayışlı olduğumuzu gösteriyor. Bunlara benzer örnekler çok. Haftaya devam edelim.

Sözün Özü:

Bazen yazgı insanı öyle bir çizgiye, öyle bir yere getirir ki yalnızca şunu diyebilirsin: “Nereden nereye!” Kitap Yüzü 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.